İnsan neyse….
Aradığının kendinden gayrı olmadığını, bir bilse…..
Ahh bir bilse….
Kendini bilmeye başladığı anda,
Bilse kaybolacağını önce…
Dağılıp yok sayılacağını.
Tırnaklarının kırılarak,
Çarpıla çarpıla un ufak olmanın,
Diken yarası saklamaktan geçtiğini,
Kasırga şiddetindeki sesin,
Ama edeceğini gözlerini,
Suyun tuzlusundan içerek,
Sileceğini ellerini.
Eteklerinde, güneşe savuracak
hiç bir şeyin kalmayacağını,
Bir bilse.
Ve bir bilse tüm bunların,
kendi ile karşılaşacağı an için
saklandığını…
Ahh bir bilse…
Kendi ile buluştuğu lâ-mekânın,
Akıl ve duyulardan münezzeh bir vahada,
Buzun güneşten eriyen kısmında,
Bulutla göğün karıştığı renkte
Suyun ummana dokunduğu noktada,
Kar içinde açan renkte,
Denizin kayaya çarpan tokatında,
Cismi yakan ateşteki seste
Neydeki iniltide,
Dua taşına değen alında,
Muhataptan önceki muhatabda,
Bir selâmda…
Olduğunu.
Ahh bir bilse, sonra..
Kendini görmeye başladığı anda,
Yayın gerilmesiyle atılan okun,
Kanatsız uçarak aldığı keyfi..
Zaman içinde alacağı menzilin uzaklığını,
Kurdu kuşu seyrederek,
Heybeye atılan her ağırlığın,
Gökyüzüne bırakılmadan.
Tadı çıkmadığını bu seyrin…
Gül ağacı tambur sapı olurmuş,
Diken, gül kokusu renginde,
Gül, diken koku bir olunca…
Gönül hüzün çiselermiş,
Halay çekerek hem de,
İşte buymuş, otun içinden geçen su
Tuluğda ve grubdaki gün,
Kuş olup sevgiliye gidilebilirmiş…
Kırılmanın ve dahi kırmanın,
Bir nokta ağırlığı olmadığını…
Ahhh bir bilse,
Bedendeki tüm bu acıların
Emanet olan ve baki kalan
Yok olmayan can için,
Var olan canan için
Bal şerbetine bürüneceğini…
İnsan neyse….
Aradığının kendinden gayrı olmadığını, bir bilse…..
Ahh bir bilse….
Rozina