Şu olağanüstü günlerde virüslerden bahsetmenin tam zamanı. İnsanoğlu tarihi boyunca bir çok salgınla karşı karşıya kalarak mücadele verdi. Bu günlerde de aynı mücadele içerisindeyiz. Hemen hemen tek konumuz oldu virüsler ve onlarla başa çıkma çabası. Daha düne kadar en çok konuşulan problemler ikinci hatta üçüncü plana atıldı. Ekonomik kaygılarımıza rağmen, çözüm için önce sağlığımızı kaybetmeden bu durumdan çıkmayı bekliyoruz hep beraber. Farklı bir bakış açısıyla olsa da ben de virüslerden bahsedeceğim bugün.
Üzerinde yaşadığımız yerküre dört buçuk milyar yaşında. Birçok hesaplamaya göre de yaklaşık üç buçuk milyar yıl daha yaşayacak. Basit bir hesaplama ile ömrü sekiz milyar yıl civarında. Dünya üzerinde ilk yaşam örnekleri ise ancak dünya oluşumunun üzerinden yediyüz milyon yıl geçtikten sonra görülmeye başlar. Tabi ki bunlar, tek hücreli yaşam biçimleri olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk çok hücrelilerin oluşumu ise çok daha sonra, ancak bugünden bir milyar yıl önce ortaya çıkmıştır. Ardından beş yüz milyon yıl önce ilk çenesiz balıklar ve eklem bacaklılar, dört yüz elli milyon yıl önce ilk çeneli balıklar ve damarlı bitkiler oluşmuştur. Günümüzden dört yüz on milyon yıl önce denizlerde yaygınlaşan omurgalılar karaya çıktılar ve karada omurgalı yaşamın başladı. Üç yüz milyon yıl önce ilk memeliler sürüngenlerden farklılaştılar. Otuz sekiz milyon yıl önce memeli hayvanlar çoğalmaya başladı ve bugün bildiğimiz bir çok hayvan ortaya çıktı. Günümüzden yalnızca seksen ila yüz bin yıl önce ilk insanın ortaya çıktı. Son on bin yılda ise bizim bildiğimiz anlamda, Ortadoğu bölgesinde yerleşik tarıma dayalı hayata geçtiği insan yaşamı ortaya çıkmıştır. Tabi bu bilgileri burada çok kısa başlıklar altında sıralıyorum. Çok daha detaylı olarak da ortaya konulabilir. Buradaki amaç, insanın dünya üzerindeki varoluş süresinin, dünyanın varoluş süresine göre ne kadar kısa olduğunu ortaya koymaktır.
İnsanların ortaya çıkışından itibaren, ilk yetmiş bin yıl dünya üzerinde avlanarak ve yerleşik olmadan, doğa içerisinde yaşadığı dönemde tamamen ekosistem içerisinde var olduğu görülmektedir. Tüm bu süreçlerde yerkürenin ısındığı bilinmekle birlikte, yerleşik hayata başladıkları on bin yıl öncesi bu ısınma hızında bir sıçrama da tespit edilmiştir. Yerleşik hayata geçmeden önce ise dünya üzerindeki insan nüfusunun on ila on beş milyon civarında olduğu varsayılır. Asıl kırılma noktası da aslında insanların yerleşik düzene geçerek, tarıma başlaması olarak kabul edilir.
İnsanlar yerleşik düzene geçerek topluluklarını korumaya başladıklarında, ekosistemden de çıkmış oldular. Bu gelişim sonrası kendisi için yaşam alanları oluşturmaya başladılar. Sonrasında dünya üzerinde yayılma ve yeni yerleşim alanları ortaya çıkacak, sahiplendiği toprakların korunması, toplumsal yaşam ve bu yaşamın kuralları devreye girecektir. İşte bu yaşam biçimi, insanı yavaş yavaş sistemin içerisinden çekmiş, nüfusun çoğalmasını sağlamış, nüfusun çoğalmasıyla birlikte tarım alanı ihtiyaçları artmıştır. İnsanlar yeni tarım alanları oluştururken, yavaş yavaş eko sistemi bozmaya başladılar. Bu süreç gelişim hızına bağlı olarak, zaman almış olsa da nüfus artış hızı sürekli yükseldi. Yerleşim yerleri yetmedikçe yeni yerleşimler, nüfus artıkça yeni üretim teknikleri geliştirildi, bu sayede de ekosistemden gittikçe uzaklaşıldı ve tamamen sistem dışına çıkıldı. Her yeni yerleşim biçimi, her yeni üretim yöntemi, ekosisteme zarar vermiştir bu süreç içerisinde.
Yeni yönetim sistemleri, bölgesel ihtiyaçlar, oluşan dinsel inanışlar, farklı yönetim sistemlerini ve tabi ki farklı toplumları oluşturmuş, nüfus artışı ve gelişim ihtiyacı da bu toplumlar arasındaki rekabeti, dolayısıyla savaşları ortaya çıkarmıştır. Bu rekabet nüfus artışına, belli bölgelerde nüfus yoğunluğuna, farklı üretim yöntemleri gelişmesine neden olmuştur. İşte tüm bu gelişimler de insanın doğa içerisinde fakat doğadan bağımsız yapılaşması ve bu yapılaşma için de ekosisteme zarar vermeye başlamasının önünü açmıştır. Çok daha yakın zamanlara gelindiğinde yani artık üçyüzelli, dört yüz yıl önce sanayileşme çabaları ve sonrasında sanayi devrimiyle birlikte, insan dünya üzerindeki tüm canlıları kendi gelişimi için kullanmış, yok etmeye başlamıştır. Nüfus gittikçe artmakta, ekosistem dengeleri gittikçe bozulmakta ve dolayısıyla bir çok canlı yok olmaktadır. Son yüz yılda ise insan dünyayı tamamen eline geçirmiş, ırkı dışında tüm diğer canlılar azalmaya başlamış hatta bir çok tür yok olmuş durumdadır. Yerleşim yerleri yetmemekte, kaynaklar azalmakta ve yok olmaktadır. İnsanın bu gelişimi ile önce ekosistem içerisinde yaşayan bitki örtüsü; tarım alanları, yerleşim alanları ve sanayi alanları ihtiyacı yüzünden azalmaya, hatta yok olmaya başladılar. Ardından da doğal olarak hayvanlar; yaşam alanlarının küçülmesiyle birlikte, kaynak yetersizliği ve insanın bilinçsiz avlanmasıyla yok olmaya başladılar, varlıklarını sürdürebilenlerse evcilleştiler ve azaldılar. Bu doğal olarak kaynak kıtlığına sebep oldu. Yeryüzü kaynakları son yüzyıla kadar dünya üzerinde yaşayan tüm insanlara yeterken, yaşamış olduğumuz zamanda ancak yarısına yetmektedir.
Dörtbuçuk milyar yıllık oluşmuş dünya düzenini, sadece yüzbin yılda, hatta on bin yılda bozmayı başarmış bir ırk olmuştur insanlar. Bunun ne demek olduğunu insan ömrüne oranı ile sanırım daha iyi anlayacağız. Ortalama insan ömrünü seksen yıl olarak düşünürsek, dünyanın varoluşundan bu güne geçen süreye göre, yüzbin yıllık zamandilimi, insan hayatı ile orantılandığında, ancak onbeş saat kırk dakikalık zamanını kaplar. Anlaşılacağı üzere insanın dünya üzerindeki varlık süresi, insan yaşamının bir günü kadar bile değildir.
Yaklaşık dörtbuçuk milyar yılda kendini geliştiren dünyanın, yüzbin yıl gibi kısa bir sürede gelişimini durdurmuş hatta hasta etmiş durumdadır insanlık. On bin yıl önce on milyon civarında olan dünya üzerindeki insan nüfusu, günümüze gelindiğinde yedi buçuk milyarı aşmış durumdadır. Başlangıçta yüz kilometre kareye neredeyse iki insan düşerken, bu gün aynı alana bin beş yüz insan düşmektedir.
Bununla beraber henüz insan eli değmemiş ya da yaptığı hatalar sonucunda yok ederek elini çekmek zorunda kaldığı bölgelere baktığımızda, dünya kendi ekosistemini korumakta ve gelişimine devam edebilmektedir. Örneklersek, ormanlar büyük yangınlardan sonra, eğer dokunulmaz ve kendi haline bırakılırsa, tekrar orman vasfına dönüşebiliyorlar. İnsanın yangın sonrası yaptığı her müdahale o alanı orman vasfından çıkarıyor. Bu müdahale ağaçlandırma bile olsa. Başka bir örnek ise yakın zamanda yaşanmış büyük bir nükleer felaket olan Çernobil’dir. Radyasyon sebebiyle insanların terk ettiği bu şehirde, bu gün insan dışında bir çok canlı yaşayabilmektedir. Ağaçlar inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Eski kentin sokaklarında kurtlar dolaşmaktadır.
Bildiğimiz canlılar arasında sadece iki tür bulunduğu çevre şartlarında yaşamak yerine, kendi yaşayacağı şartları oluşturmak için çevreye zarar vermektedirler. Virüsler ve insanlar.
Bir canlı virüs taşımaya başladığında sayıları çok az olduğundan onu fark etmez. Virüsler yeterli sayıya ulaştıklarında canlı vücuduna zarar vermeye başlarlar ve vücut bu virüsler ile mücadele etmesi gerektiğini anlar ve karşı koyar. Bu hastalık dönemidir. Eğer bağışıklık sistemi yeterli olmazsa, ilaçlarla virüsü yok etmeye çalışır. Yok edebilirse sağlığına kavuşur ve hayat devam eder. Fakat başarısız olursa virüsler bütün vücudu saracak kadar çoğalırlar, tüm vücut fonksiyonlarını bozarak ölüme yol açarlar. Ölüm durumunda kendileri de yok olurlar fakat bu önemli değildir. Onlar çoğalmaya ve bulunduğu ortamı bozarak yok etmeye programlanmışlardır, çevreleri yok olduğunda kendilerinin de yok olacağını fark etmezler. Vücuttaki her organ, her hücre onlar içindir. O hücrelerin yok olmaya başlaması ve virüse karşı savaşı kaybetmesi, aslında onların da sonunun başlangıcıdır. Nüfus olarak pik noktasına geldikten sonra azalmak ve yok olmaktan başka bir gelecekleri yoktur. Bu süreç on, onbeş gün içerisinde başlar ve biter.
Evet gelmek istediğim yer tam da burası. İnsanlar çoğalarak dünyayı hasta ediyor. Tabi dünya da onlarla savaşıyor bir yandan felaketler, hastalıklar, salgınlar. Ya dünya insanlardan kurtulacak yada insanlar dünya üzerindeki yaşamı yok ederek kendileri de yok olacaklar. Açık söylemi ile insan ırkı ya dünya ile birlikte yok olacaklar yada dünya kendini koruyabilmek için insanları yok edecek.
Bir de buradan bakalım, dünyanın virüsü insan…
Çetin Zor
19 MART 2020
You’re a really good writer. Very interesting story, written really well.